29 Ekim 2014 Çarşamba

Bir Fesleğenin Hikayesi








Bazı günler vardır; güneş açar, çok geçmeden kara bulutların arasında kaybolur, yağmur başlar inceden, sonra hızlanır yağmur, yine güneş açar sonra. Karmakarışık akar işte o günün içinde zaman...İşte tam da böyle bir günde gittim ve ona dedim ki: “Seni seviyorum.” 

Kızları rahatsız etmenin cesaret sayılmadığına, aşk denen şeyin seksten ibaret olmadığına inanarak söyledim bunu. Açık kahverengi gözleriyle bana baktı. Turuncu saçlarını rüzgar dağıtmıştı. Baktı, baktı, baktı... Bazen olur ya hani bakarsın boş boş. İşte o da o şekilde baktı; boş ve anlamsız. Gözlerine anlam yükleyememiştim. İyi biri olduğuma inanıyordum ama iyi olduğumu kendi kendime düşünmemin bir anlamı yoktu, başkalarının da benim iyi biri olduğumu düşünmeleri gerekiyordu, herkesin değil bir kısmının düşünmesi yeterdi iyi insan sayılabilmem için. 


Hem iyi biri olmak aşk içinde bir ölçüt sayılmazdı ki.

İyi biri olmam iyi bir aşık olacağım anlamına gelmezdi. 

Suskunluğu canımı sıktı, bazı insanlar her telden konuşmak ister canı sıkkın olduğunda, ben de konuşmaya başladım her telden...O da bakmaya devam etti. “Olmaz mı?” dedim. Bir şey söylemedi. “Anladım.” dedim. Boş boş baktı yine. “Siktir git be sen ne anlarsın!” dedim sinirlenerek. Misketinle oynarken mahallenin büyük abisi gelip o misketine çöker ya, o küçük çocuğun dediği gibi dedim: “Siktirrr git!”


Döndüm arkamı yürüdüm. Yürüdükçe boşaldı gözümün yaşları… Kimse kimse için ölmez, demişti zerdüşt. O ne bilir ki. En yakın bakkala girdim, “Jilet var mı?” dedim.”Var.” dedi, verdi, çıktım. Plastik kısmını kırdım, sadece metal kısmı, saf jileti ortaya çıkardım. Damarlarımı dikine kestim.


Kan... Kiminin midesini bulandırır ancak çok az insanın kaderidir akan kanını izlerken pişmanlık duymadan kendi ölümüne şahit olmak. O aktı, aktıkça bedenim üşüdü, o üşüdükçe gözlerim karardı.

İntihar edenlerin cenaze namazı kılınmaz, der Kur’an. Kılınmadı da… Beni hiç bilmediğim bir yere hiç bilmediğim kimseler gömdü. 


Karanlık, karanlık… Toprağın altı nasıl bir sonsuzluktur bilir misiniz? Hareket edememek... Karnının şişmesi...Ve minik böcekler, kurtlar... Ah o kurtlar… Bedenini kemiren, seni yavaşça yiyip bitiren… Geriye kemiklerin kalana dek. Kendi leş kokunu duymak nasıl yeni intiharlara yol açar… Bedenini o kurtlara, böceklere hediye edersin istemeden. Her hücren bu küçük canlılarda hayat bulur. Sonraları onlar da ölür. Karışırsın toprağa yavaş yavaş. Bu uzun yıllar sürer bazen.

Bir gün öylece beklerken toprakta, bir vakum beni içine çekti. Bir damara karıştım. Yavaş yavaş yükseliyordum, uzaklaşıyordum topraktan. Yol almaktan başım döndü. Gittim, gittim, gittim... Gittikçe güneşi gördüm. Durdum ve güneşe baktım. O da bana baktı. Bir aşkın sonunda, o açık kahverengi gözlerin sonunda, buradaydım. Kurtlardan, böceklerden kurtulmuş… 


İşte tam burada, güneşin karşısında genç bir çınar ağacının yaprağındaydım şimdi. O yaz çok güzeldi, altımda oynayan çocukların sesini duyabiliyordum. Bazı aşıklar gelip isimlerinin baş harflerini kazıyorlardı, bu durumda ben de ufak da olsa bi acı hissediyordum. Güneş her gün bedenimi yıkıyordu, gecenin serinliği doyumsuz hazlar veriyordu. Sevmiştim yeni hayatımı. Ben bir çınar ağacının yaprağıydım sadece. Seni bıraktığım günden beri yaptığım en iyi iş bir çınar yaprağı olmak. Yeşil... Sevmiştim bu rengi. Belki de renklerin en güzeli.

Ama gün geçtikçe tazeliğimi kaybettim. Sonra, nasıl insanların saçlarına ak düşer ya, bana sincabi çöktü. Sincabi, sincap rengi… Kahverengi yani... Yaşlılık bu mu? Hızlı bir gençlik,hemen sonra, hızlı bir yaşlılık... Her çınar yaprağı bir yaz yaşarmış. Yavaş yavaş kurudum, yazın bitmesini izledim hüzünle. Bir sabah, arkadaşlarımın tek tek düşmesini izlerken, bir poyraz beni de sarstı. İyice gücünü kaybetmiş sapım daha fazla tutunamadı dala, koptum. Uğraştım tutunmak için, ama nafile. Hayata tutanamayanlardık biz… Yoksa burada işimiz neydi.

Yavaşca süzüldüm, bir sürü ölmüş arkadaşımın yanına uzandım. Boşluk… Bir kez daha ölüm.


Bekledik... Bekledikçe, rüzgar tüm çınar yapraklarını birbirinden uzaklaştırdı, dağıldık...Yağmur yağdı üzerime, parçalara ayrıldım. Her parçama kar yağdı, bembeyaz karın altında kayboldum. Kar suyu çok soğuktu. Yalnızlık... Senin o açık kahverengi gözlerin gibiydim şimdi. Her bir rüzgar beni senin olduğun coğrafyadan çok uzak yerlere sürükledi. Üzerime sonsuz yağmurlar, karlar yağdı. Sonsuz güneşler açtı. Ve yine başladığım yere geldim. Toprağa karıştım. 


İçimde karıncalar koloni oldu, yuvalar açtı. Bir ot iliklerimi emdi bazen. Bazen güneş ciğerimi kuruttu...


Yine günler, tepelerden aşağı koşan vahşi atlar misali akarken, bir adam geldi, küreği kaptığı gibi beni siyah bir poşete doldurdu. Belle iyice parçalarıma ayırdıktan sonra daha küçük bir poşete koyup gürültülü ve kalabalık bir yere götürdü beni. Halk pazarıydı burası. Beni alan adam bağırıyordu, "Gübree!" diye. Yanımda satılık çiçekler vardı rengarenk.


Yıllar sonra seni o halk pazarında gördüm. Beni alırken adamla pazarlık yaptın, bir şeyler söyledin, avuçlarına alıp kontrol ettin, sonra kayıp gittim parmaklarının arasından... Ellerimi hiç tutmayan sen, şimdi beni bir gübre olarak kucakladın. 


Eve gittik birlikte o kalabalık pazardan kurtulup. Evin bahçeliydi, güzeldi. Bahçenin kapısı açtın. Bir çocuk, "Anne!" diyerek üzerine atıldı. "Kızım fesleğeni getir." dedin. O fesleğeni küçük bir saksıdan biraz daha büyük bi saksıya koydun. Dibine beni döktün, üzerime de su. İçime çektim suyu. Yavaş yavaş fesleğen olacaktım artık... 

Beni aldın sonra, sivrisinek gelmesin diye sanırım, yatak odandaki pencerenin önüne koydun. O gece ben fesleğene karıştım, bir sürü günaha şahit oldum o gece... Sonra sen uyudun... Günün ilk ışığıyla yanıma geldin yataktaki herifi bırakıp. Kokladın beni. Ellerini tenimde gezdirdin, daha da mis koktum mutluluktan... Artık ben hep yanındaydım. 

Beni en çok mutlu eden ne oldu biliyor musun? Beni koklarken söylediğin şey. "Ulaş, ben sana layık değildim..." 

Artık buradayım, yanında. Ta ki bu fesleğen kuruyup, çöpe atılana kadar. 

Kısır döngü dedikleri bu olsa gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder